Sağlık & Spor Terimleri Sözlüğü
Diyabet Nedir?Kan şekeri, glukoz vücut için gerekli olan enerjiyi sağlar. İhtiyaçtan fazla şeker, gerektiğinde kullanılmak üzere karaciğer ve yağ hücrelerinde depolanır. Şekerin vücutta enerji olarak kullanılması ve depolanması için insüline gereksinim vardır. İnsülin şekerin kanda yükselmesini önleyen bir hormondur, midenin arkasında pankreas adlı organın beta hücrelerinde yapılır ve kana salgılanır. Yemekten sonra kan şekeri yükselince pankreastaki insülin yapan hücreler uyarılır ve kana insülin verilir. İnsülin kan şekerinin hücre içine girmesini sağlar. Böylece kan şekeri normal düzeyde tutulur, yükselmez. Hücrelere giren şeker burada yakılır ve enerji olarak kullanılır. İnsülin eksikliğinde veya etkisizliğinde şeker hastalığı'diyabet' ortaya çıkar. Kanda şeker miktarı artar ve böbreklerden idrarla dışarı atılır. Diyabet: vücudun kan şekerini uygun şekilde kullanamaması ve depolayamamasıdır.Diyabetin İki Tipi Vardır:1.Tip I Diyabet(İnsüline bağımlı diyabet) Bu hastalarda pankreastan insülin yapımı ya çok azalmış veya durmuştur. Bu durumda kanda insülin yoktur. Kan şekeri düzeyini dengelemek için dışarıdan insülin vermek zorunludur. Genellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde, yaşamın erken dönemlerinde ortaya çıkar.2.Tip II Diyabet(İnsüline bağımlı olmayan diyabet) Bu hastalarda pankreasta ileri yaşlara kadar normale yakın düzeyde insülin yapımı vardır. Hatta bazen normalden fazla bile insülin yapımı söz konusu olabilir. Ancak insülin yeterli etkiyi sağlayamamaktadır. Şişmanlık ve yanlış beslenme insülinin istenen etkiyi göstermesini engeller, kan şekeri yükselir. Hastaların çoğunluğu 40 yaşın üzerinde ve şişmandır, ailelerinde diyabetli akrabaları vardır.Kişi Diyabet Olduğunu Nasıl Anlar?Diyabetli kişilerde sıklıkla aşağıdaki belirtiler görülür;Aşırı susama ve su içme,Sık sık idrara çıkma,Kilo kaybı,Aşırı iştah ve çok yeme,Bulanık görme,Cilt enfeksiyonları,İyileşmeyen yaralar,Halsizlik.Tip I diyabetin belirtileri daha erkan yaşlarda ortaya çıkar. Tip II diyabetli hastaların bir kısmında teşhis edildikleri anda yukarıdaki şikayetler söz konusu olmayabilir.Kimlerde Diyabet Gelişebilir?Diyabet herkeste söz konusu olabilir.Yakın akrabalarında diyabet olanlar risk altındadırlar.Yaş artışıyla beraber diyabet gelişme riski artar.40 yaşın üzerinde ve şişman kişiler diyabete yatkındırlar.Gebelikte diyabet gelişen kadınlarda ileriki yıllarda Tip II diyabete yakalanma sıklığı çok fazladır.Eğer bir kişide Tip II diyabet varsa ailenin diğer üyeleri de risk altındadır.Tip II diyabet için risk faktörleriAşırı kilo.Hareketsiz yaşam tarzı.Ailede diyabet hikayesi.Vücut Kitle İndeksi (BMI) 30 ve üzerinde olanların diyabete yakalanma riski normal kişilere göre 5 kat fazladır.Diyabet Tanısı12-13 saatlik açlık kan şekerine bakılması uygundur.Açlık kan şekeri 126 mg/dl'den yüksek ise,Diyabet belirtileri bulunuyor ve rastgele ölçülen kan şekeri düzeyi 200mg/dl'den yüksek ise,Şeker yükleme testi sırasında kan şekeri düzeyi 200mg/dl veya üzerinde ise,Yukarıdaki kriterlerden birisi söz konusu ise o kişi diyabetli olabilir ve doktora başvurmalıdır. Şeker Yükleme Testi olarak bilinen Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT), diyabet tanısında çok önem taşır. Doktor önerisi ile yapılmalıdır.Açlık kan şekeri ve OGTT'nin yanı sıra diyabet takibinde kullanılan diğer laboratuvar testleri de aşağıdaki gibidir:HbA1c yaklaşık 1-3 ay boyunca ortalama kan şekeri düzeylerini yansıtan bir test parametresidir. Diyabetli hastada, uzun dönemde yapılan tedavinin etkinliğinin ve hastanın tedaviye uyumunun izlenmesinde önemlidir. HbA1c bu yönde değerli bir testtir.Fruktozamin; Yaklaşık 2 hafta boyunca ortalama kan şekeri düzeylerini yansıtır.C-peptid; İnsülin tedavisi gören diyabetik hastalarda vücut insülin deposunun göstergesidir. Pankreas tarafından yapılan insülin düzeyini yansıtır.Diyabet Nasıl Tedavi Edilir?Diyabet tedavisinde öncelikle diyabetlinin eğitimi önemlidir. Diyabetli kişiye takip ve tedaviye ilişkin gerekli bilgiler verilmelidir. Edinilen bilgilerin günlük yaşama uygulanması ve sürekliliği önemlidir. Diyabetin tedavisinde insülin enjeksiyonları, diyabet ilaçları ve beslenmenin düzenlenmesi kadar günlük egzersiz de önemli bir tedavi yoludur. Düzenli ve bilinçli yapılan egzersiz vücudun insülini daha etkili kullanmasına yardımcı olarak, kan şekeri düzeyini düşürür.Diyabet tanısı konulmuş kişiler en az altı ayda bir defa diyabet uzmanı bir endokrinolog tarafından kontrol edilmelidir. Yılda bir defa göz hastalıkları uzmanına kontrollerini yaptırmalı, diyabet konusunda uzman bir diyetisyen ve egzersiz fizyolojistinin programlarını dikkatli bir şekilde uygulamalıdır.Diyabetli kişiler aynı zamanda günlük kan şekeri düzeylerindeki değişiklikleri izleyebilmek için evde kan şekeri ölçüm cihazlarını kullanmasını öğrenmelidirler. Bu uygulama dengeli beslenme, egzersiz ve ilaç uygulamalarının ne ölçüde istenen sonucun elde edildiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.Tip II diyabeti olanlarda kilo fazlalığı varsa diyet, spor ve zayıflama ile diyabet kontrol altına alınabilir.Diyet;Hastanın diyabetinin tipine yani Tip I veya Tip II oluşuna,Yaşına,Kilosuna,Yüksek tansiyon, damar sertliği gibi durumların olup, olmamasına,Kullanılan ilaçlara göre doktor tarafından düzenlenmelidir.Egzersiz;Kan şekerini düşürür ve vücudun glukozu kullanma yeteneğini artırır.Şişmanlığın sonucu olarak oluşan insülin direncinin düzelmesine yardımcı olur.Kalp hastalıkları için risk faktörlerini azaltır. LDL Kolesterolü (kötü kolesterol) düşürür. HDL Kolesterolü (iyi kolesterol) yükseltir.Egzersiz sırasında kan basıncı düşer.Egzersiz, iyi bir diyetle birlikte TİP II diyabeti ilaç tedavisine gerek kalmadan kontrol altında tutar. Düzenli bir egzersiz ve aktivite diyabetlilerde kan şekerinin düzenlenmesinde etkili bir yoldur.Diyabet Başka Hangi Problemlere Yol Açar?Diyabet hastalarının beslenme, egzersiz ve ilaç tedavisi konusunda gerekli özeni göstermemeleri halinde uzun vadede karşılaşacakları diğer tıbbi sorunları şu şekilde sıralayabiliriz;Kalp krizi,İnme,Körlük,Böbrek yetmezliği,Damar bozuklukları.'Kan şekeri düzeyleri normal sınırlara yakın şekilde kontrol altında tutulduğunda bu komplikasyonların%50 veya daha fazla oranda azalması söz konusudur.'Tip II diyabetiklerde kan şekeri ve insülin düzeylerinin yüksekliğine ek olarak trigliserid gibi bazı kan yağlarında da artış görülmektedir.Bu durumda insülin ve kan yağlarının yüksek seviyelerde olması ileri dönemde komplikasyonların ortaya çıkmasında etkilidir.Diyabetli hastaların sağlıklı kişilere göre grip ve zatürreye bağlı komplikasyonlardan ölüm oranı 3 kat fazladır. Bu nedenle grip aşısı diyabetli hastalar için koruyucudur.Diyabet Önlenebilir mi?Tip I diyabetli vakaların çok yakın akrabaları üzerinde yapılan incelemelerde gelecek beş yıl içinde diyabet gelişme riski olan kişilerin saptanabileceği konusunda umut verici bulgular elde edilmektedir. Dengeli bir biçimde kilo vererek ve fazla zorlanmadan yapılacak olan günlük egzersizle, Tip II diyabet riskinin% 58 oranında önlenmesinin mümkün olduğunu gösteren araştırma bulguları vardır.'Diyabetik Diyet' diye bir şey yoktur.Diyabetli bir çok kişi yapılan tüm bilimsel açıklamalara rağmen hala mucizevi bir diyet olduğunu düşünmekte ve bu yiyecekleri yediklerinde diyabet sorunlarının ortadan kalkacağına inanmaktadır. Bu yanlış inanç mutlaka değiştirilmeli, düzeltilmelidir. Doktor kontrolünde, doğru eğitim ve sağlıklı beslenme kurallarına uyularak her diyabetli kişi sağlıklı bir kişinin yiyebileceği her şeyi yiyebilir.Diyabet Şekerli Gıda Yememek DeğildirAMD, American Diabetes Association'un 1994 yılında belirlediği önerilere kadar diyabetik kişilerin şeker içeren gıdalar yerine patates ve tahıllarda bulunan kompleks karbonhidratları tüketmesi gerektiği kanısı hakimdi. Yeni yaklaşımda diyabetik vakaların gün içinde yedikleri gıdalardaki toplam karbonhidrat miktarının dengede tutulmasının önemi vurgulanmaktadır. Dengeli beslenme ile kan şekeri düzeylerini istenilen sınırlar içinde tutmak mümkündür.İnsülin tedavisine gerek duyulmayan vakalarda her öğünde ne miktar karbonhidrat tüketilmesi gerektiği diyetisyenler tarafından belirlenmektedir. İnsülin tedavisinde olanlar ise hangi tür gıdayı ne miktarda tüketmeleri gerektiği konusunda daha dikkatli davranmalıdırlar.Et ve yağ dışındaki gıdaların hemen hemen tümü belirli oranda karbonhidrat içermektedir. Karbonhidratlar ise kan şekeri düzeyini en hızlı artıran unsurdur. Bir kişinin günlük tüketmesi gereken karbonhidrat miktarı o kişinin kilosu, ne zaman ne miktarda egzersiz yaptığı, diyabet tedavisi için kullandığı ilaçlar, yaşı ve kan yağlarının ne düzeyde olduğuna bağlı olarak belirlenmelidir.Örneğin; 180 cm boyunda 90 kg ağırlığındaki bir kişi mevcut kilosunu koruyabilmek için gün içinde 350 gram karbonhidrat tüketebilir. Bu miktar gün boyunca eşit dağıtıldığı taktirde kan şekeri düzeyinin ani yükselmesi engellenmiş olur.Diyabetli kişilerde sıklıkla karşılaşılan bir sorun da kan yağları ve kolesterol düzeylerinin yüksek olmasıdır. Kilolu olmasalar dahi bu kişiler beslenmelerinde tükettikleri yağ miktarına dikkat etmelidirler.
Difteri, boğmaca ve tetanos aşısının birlikte bulunduğu karma aşı.
Dışkılama eylemini gerçekleştirmedeki yetersizliğe bağlı olarak ortaya çıkan bir kabızlık biçimi.
Davranışlarda ortaya çıkan sapma.
Beslenme düzenlerini inceleyen tıp dalı.
Bağırsak içeriğinin (dışkı) anüs (makat) yoluyla dış ortama atılması.
Davranış bozukluğunun temel özellikleri başkalarının temel haklarına saldırıldığı ya da içinde olunan içinde olunan yaşa uygun olarak başlıca toplumsal değerlerin ya da kuralların hiçe sayıldığı, tekrarlayıcı bir biçimde ve sürekli olarak görülen bir bozukluktur.BelirtileriÇoğu zaman başkalarına gözdağı vermek, korkutmak ve üstünlük taslamak, kabadayılık.Çoğu kez kavga ve dövüş başlatmak.Sopa, taş, kırık şişe, şiş, bıçak, tabanca gibi başkalarına ciddi bir biçimde fiziksel olarak zarar vermek, yaralamak.İnsanlara fiziksel olarak acımasız davranmak.Hayvanlara fiziksel olarak acımasız davranmak.Diğer insanlara saldırarak soyma, hırsızlık, silahlı soygun yapma.Cinsel olarak diğer insanları taciz etme, zorlama.Yangın çıkarma.Başkalarının eşyalarına zarar verme, kırma, dökme.Başka insanların evine arabasına zorla girme.Bir çıkar sağlamak ve sorumluluktan kaçmak için çoğu zaman yalan söyleme.Başka insanların değerli eşyalarını çalma.Mağazalardan kimse görmeden mal çalma, sahtekarlık.Onüç yaş öncesinden başlayarak ailenin yasaklarına karşı çoğu zaman geceyi dışarda geçirme.Onüç yaşından önce başlayarak çoğu zaman okuldan kaçma, kuralları ciddi biçimde bozma.Onsekiz yaşından sonra antisosyal davranışlar gösterme.Yukarıdaki tanı ölçütünün, son 6 ay veya 1 yıldır, en az üç tanesi olması halinde davranış bozukluğu teşhisi konulur.Eşlik eden Özellikler ve BozukluklarDavranış bozukluğu olan kişiler, diğer insanların duygularını, arzu, istek ve beklentilerini umursamazlar ve empati yapamazlar. Saldırgan bireyler, belirsiz ortamlarda diğerlerinin niyetlerini düşmanca ve tehdit edici olarak algılarlar. Saldırgan tepkiler verip, bu tepkilerinde de haklı ve mantıklı olduklarına inanırlar. Bu bireyler katı, arsız olup, duruma uygun suçluluk ve pişmanlık duyguları da göstermezler. Çoğu kez arkadaşlarını ele verip, kendi suçları nedeniyle başkalarını suçlarlar. Güçlü görünmeye çalışırlar ama kendilerine güvenleri genelde düşüktür. Öfke atakları, irrite - gergin hal, engellenmeye karşı tolerans düşüklüğü ve sık sık kaza yaptıkları görülebilir. Okul başarıları yaşa ve zekaya göre beklenen düzeyin altındadır (okuma ve sözel becerilerde sıklıkla). İntihar düşünceleri ve intihar girişimleri, rastgele cinsel ilişkilerle hastalık taşıma ve okuldan atılmalar görülür.Anne ve babanın reddi ve ihmali, huysuz bebeklik dönemi bakımında ve eğitiminde tutarsızlıklar ve baskı, fiziksel ve cinsel sömürü - dayak - denetim eksikliği, çocuğun sınırlarının çizilmemesi, bakım veren kişilerin sık sık değişmesi, ailedeki büyüklerin sayısının fazla olması, suçlu çocuk gruplarıyla arkadaşlık etme de, aileden kaynaklanan bozukluklardır.Davranış bozukluğu son 10 - 20 yılda artmıştır ve kentlerde daha sık görülmektedir. Erkek çocuklarda görülme sıklığı biraz daha fazladır. (18 yaşın altındaki erkeklerde% 6 - 16, kızlarda ise% 2 - 9 arasında değişir)GidişDavranış bozukluğu 5 - 6 yaşlarında başlayabilir. Daha çok geç çocukluk ya da erken ergenlik döneminde başlar. 16 yaşındansonra nadir olarak başladığı görülmüştür. Gidişi değişkendir. Erken başlamışsa Antisosyal kişilik bozukluğu riskini artırır. Duygu durum bozukluğu, anksiyete bozukluğu riskleri de vardır.Genetik ve çevre şartları ile oluşan bir bozukluktur. Alkol bağımlılığı, duygu durum bozukluğu, şizofreni, hiperaktivite bozukluğu, davranış bozukluğu gösteren ailelerin çocuklarında bu bozukluk sık görülür.Karşıt olma - karşı gelme bozukluğu ve dikkat eksikliği - hiperaktivite bozuklukları ile birlikte bulunabilir. Manik epizod geçiren çocuklarla ve uyum bozukluğu olan çocuklardan ayrılmalıdır. 18 yaşın altındaki bireylere antisosyal kişilik bozukluğu tanısı konmaz.(DSM IV'den yararlanılmıştır)(Bakınız karşıt olma - karşı gelme bozukluğu)Normal Dışı DavranışlarDavranış bozukluğu nedir sorusunun yanıtı tarih boyunca insanların ilgi alanı olmuştur. Çin- Mısır -İbrani ve Yunan dillerinde yazılmış yapıtlarda davranış bozukluğu gösteren kişilerde ilgili öykülere rastlanır Yunan mitolojisinde Herkül'ün sara nöbetleri geçirerek insanlara saldırdığı'Deli İbrahim''in büyüklük duygularına kapılarak tahtından indirilmesi, Mozart'ın bestelerini yaparken zehirleneceğine dair inancı, Van Gogh'un kulağını kesip bir fahişeye yollaması tarihte'davranış bozukluğu'olarak tanımlanmıştır.Davranış bozukluğu günümüzde gelişmiş ülkelerde en önemli sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir ama hangi davranış normal, hangi davranış anormal konusunda yapılan çalışmalarda net bir bilgiye ulaşılamamıştır. Psikologlar ve Psikyatrlar birbirleriyle teşhis koymada çelişkiye düşmüşlerdir (Zubin 1967)Bugün bir çok insan normal ve normal dışı davranışlarını kesin bir çizgiyle ayrılarak bir yandan normal davranış gösteren kişiler, bir yanda da davranış bozukluğu gösteren kişiler olduğunu sanmaktadırlar.Bilimsel açıdan böyle bir ölçüt yoktur. Bedenin fiziksel yapısı ve işlevleri bilindiği ve görüldüğü için, yani somut olduğu için, fiziksel hastalıklardan'Normal olmayan'ın tanımlanması kolaydır. Oysa Psikolojik düzeyde kabul edilebilecek bir normal modeli yoktur. Bu konuda bilimsel araştırmacılar karşıt iki karşı görüş oluşturmuşlardır.Toplumsal normlara, ilkelere uyma normali;Toplumsal kurallardan sapma oranı ise davranış bozukluğunu yani normal dışını belirlediğini söylediler.Birinci görüşü benimseyenler toplum kabul ettiği sürece belirli bir davranışın normal dışı sayılmayacağını söylerler.
İkinci görüşte olanlar belirli oranda toplum kurallarına uymak, toplu halde yaşamak için gereklidir. Bu olmazsa birey hem kendisine, hem de topluma zarar verebilir ama normallik için ölçütü toplumun onayı değil, kişinin kendini iyi hissedebilmesi olduğunu savunurlar. Bireyin kendi potansiyellerini kullanması ve isteklerini de gerçekleştirmesi de önemlidir,'Toplum bireyin yaratıcılığını bastırmamalıdır' derler. Bu düşünceyi savunan bilimsel araştırmacılar, bir davranış toplumun isteğine uygun ama kendi gelişimini engelleyen ve durduran bir davranışsa normal dışı yada davranış bozukluğu olarak tanımlarlar.J.G.Jung bireyin toplumsallıkla bireysellik arasında ortada bir yerlerde durması gerektiğini şöyle açıklamıştır. Dünya, dünyanın bir çekim alanı bu çekim alanında belli bir itim mesafede duran bir gezegen vardır. Eğer dünyanın bir çekim gücü olmazsa gezegen uzayın boşluklarında kaybolur. Ama gezegenin belli bir itim gücü olmazsa dünyaya yapışır. Bu benzetme ile dünya toplumu gezegende bireyi temsil eder. Eğer birey aşırı toplumsallaşırsa gezegen gibi kendi olamaz ama dünyanın yani toplumun çekim gücünde kalmazsa da uzayın yani toplumun dışına itilerek kaybolur gider. Birey toplumla kendisi arasında kendine bir yer bulmalıdır.Özetle tüm bilgilerimizi toplarsak kendine, çevresine ve topluma zarar veren davranışlara sahip kişilere davranış bozukluğu gösteren kimseler diyebiliriz. Ya da bu tanımlamayı Psikolog ve Psikiatrlara bırakarak bize uymayan ama bize zarar vermeden yaşayan insanları yargılamamayı öğrenmeliyiz.Antisosyal Davranış BozukluğuBaşkalarının mallarına ve bedensel bütünlüklerine yönelik saldırgan ve duyarsız davranışlar.Başkalarının alanlarına, sınırlarına yönelik mesafesizlik, saygısızlık.Dürtüsellik, dürtülerine göre harekete geçme. Bu insanların uzun vadeli planları olmaz, kısa planlar yaparlar. O anda akıllarından geçtiği gibi davranırlar.Duygu ve öfke patlamaları. Aniden dürtüsel olarak veya önemsizde olsa, bir nedene bağlı olarak bağırıp çağırıp kavgaya girişebilirler.Duyarsızlık. Bu insanlar başka insanların yaşamlarında yol açtıklarıhasarlara karşı duyarsızdırlar. Pişmanlık duymazlar.Yalan söyleme ve hırsızlık. Yalan söyleme ve hırsızlık aslında aynı şeylerdir; yani gerçeği çalmaktır. Kendi dünyalarından dışlamak için gereksiz ortamlarda dahi yalan söylerler. Hırsızlıkları çok yoğun değildir. Genelde sabıka almazlar.Kendine duyarsızlık. Sorumsuz araba kullanmak gibi davranış bozukluğu gösterirler. Kendi başlarına gelebilecek olumsuzlukları da umursamazlar.Bu insanlarda samimiyetin doğal olmayan bir kısmı' mesafesizlik' vardır. Çocukluk öykülerinde iletişim kopukluğu, kurallara uymama, evden kaçma gibi hikayeler vardır. Henüz ergenlik çağına gelmemiş gençlerse hemen' kişilik bozukluğu' tanısı konmalıdır.Kurallara ve otoriteye baş kaldırma ve uymama vardır. Genel kuralları çiğnerler ve öfke patlamaları ile karşı çıkarlar. En yoğun duyguları öfkedir. Bu öfkeyi maskelemezler ve toplumsal sorunlar yaratacak şekilde dışa vururlar.Bu kişilerde sevgi arayışı ve kabul edilme önemlidir. Kendilerini algılayamaz, anlayamaz ve kendileriyle ilişki kuramazlar.Diğer BelirtilerÖfke patlamaları, kurallara itaatsizlik, hırsızlık, yalancılık.Vicdansızlık.Kendisine güçlü görünme isteği. Dışarıdaki insanlara öfke ile güçlü göründüklerini varsayarak, içlerinde güçlü olduklarını sanırlar.Ortamı bilgi ile değil, agresyon gerilimi ile kontrol etmek isterler.Kendilerini anlamaktan uzak ve her problemde çözümü dışarda arayan kişilerdir. Öfkeyi dış dünyaya akıttıkça kendini savunmuş olur; ama daha çok öfkelenerek bir kısır döngünün içinde kalır. Köşeye sıkışmış hisseder, riske girer, çaresizliği ve çözümsüzlüğü hep öfke nedeniyledir.Bu insanların öfkesini bastırıp yenebilen tek duygu kaygıdır. Kaygı yaşarlarsa öfkeleri sönebilir.Anti Sosyal Yapının OluşumuÇocukluk yaşantılarında sevgi beklentileri verilemediğinden, ya da onların ihtiyaçları olduğu kadar verilemediği için, öfke duyguları gelişmiştir. Esasında hissedebildikleri tek duygu da budur.Çocukluk yıllarında ebeveynlerinin tüm beklentilerini yerine getirdikleri halde, sevgi alamama haksızlığına uğrama onların kurallara uymamalarına neden olur.' Ben kurallara uydum. Sizlerin tüm beklentilerini yerine getirdim ama gene beni sevmediniz. Kurallara uymuyorum, onlara çok öfkeliyim' diye düşünür. Sevgiler verilmediği halde ortalıkta dolanan, sevgi arayan, sevgi dilenen, zavallı, sefil çocuk halini görmek istemez. Antisosyallerde bir SAYGI sorunu vardır. Kendi tarzında hala bugün de sevgi aramaktadır. Ancak parası olunca ailesini görmeye gider. Kendine saygı duyamama ve hala sevgi arayan kendime saygı duyamama, kendisine ve diğerlerine hala sevgi aradığı için duyduğu öfke vardır.Antisosyaller başkalarını önemsedikleri zaman sevgiye ihtiyaç duyabilecekleri ve bunu alamayacakları korkusu ile sevgiye yatırım yapmazlar.Alkolizm, madde bağımlılığı gibi, aşırı hız gibi kendilerine zarar veren eylemlerde bulunurlar. İç dünyaları fırtınalı ve çok hareketlidir. Duyarsızlıkları bir maske, sevgi açlıklarına karşı giydikleri bir savunma elbisesidir ve denge bulmalarına yardım eder.Antisosyallerin nörolojik bozuklukları da olabilir. Çocukluktan kalma skelleri olabilir.Dürtüsellik, kısa vade davranışları, rahatsızlığın ana yapısını oluşturmaktadır.Tedavi ilaç ve psikoterapi iledir.Histerionik davranış bozukluğuHisterionik Davranış Bozukluğu aşağıdaki davranışlarla ortaya çıkar:İlgi İhtiyacıBu kişiler ilgiye öylesine ihyiyaç duyarlar ki, kendilerini hep ilgi odağı yapacak davranışlar sergileyerek merkezde olma, odak olma çabaları vardır.AbartıDuygularını, üzüntülerini, sevinçlerini, öfkelerini ( öfkeyi saldırgan olmadan ) abartarak ortaya koyarlar.Abartılı AnlatımKüçük bir olayı çok daha derin bir içerik taşırmış gibi anlatırlar.Abartılı YaklaşımKişilerle mesafesizdirler. Yeni tanıştıkları kimselerle doğal olan mesafeyi hızla kapatmak isterler.Cinselliği KullanmaCinsel çekim yaratmak ve cinselliği vurgulayarak, karşı cinste etki yaratmak isterler. Giyim ve davranışlarını bu yönde kullanırlar.Bu kişiler genelde yüzeysel ve derine doğru ilerleyememiş bireylerdir. Bu insanlara yaklaşılırsa şişirilmiş bir balon gibi yüzeysel bir genişleme görülür. İçleri boştur ve bir balon gibi sönerler. Çünkü abartılı duygusallığın karşısında yüzeysellik duygusunun ifadesinde hemen görülür.' Üzüldüğün zaman ne oluyor? Nasıl yaşıyorsun? Korku sana ne yaşatıyor?' denildiğinde birşey belirleyemez. Duygu derinliği yoktur. Karşısındaki kişinin ilgisini çekip, ilgiyi aldıktan sonra derinliğe dalamazlar. Bir şekilde narsist bireyleri hatırlatırlar.Histerionik kişiler, Antisosyal kişiler gibi dürtüsellikle hareket ederler ve ötekini düşünmezler. Öfke vardır. Dikkati çekemezlerse ilgisizlik karşısında hemen öfkeye kapılırlar.'Kaygı'lıdırlar. Bu, ilgiyi çekememe kaygısıdır. Gerçek anlamda kişilerarası ilişkiyi bilemediklerinden,' Abartılı davranmazsam, kimse benle ilgilenmez' düşüncesi vardır. Dışardan ilgiye muhtaçtırlar, ama dış dünyadaki kişilerle yakınlık kuramadıklarından ilişkileri sığ kalır. Evlenebilirler ve evlilik ilişkileri de belirli bir sığlıkta kalır. Partner buna razı ise evlilikleri sürebilir.Histerionikler zeki insanlardır. Sosyal gruplarda dikkati çekmek için herkesi eğlendirip palyaçoluk yapabilirler. Yaşamda başarı söz konusu olduğunda ise orta ölçekte kalırlar.İlgisizlik, başarısızlık ve ilişkilerde sorun yaşadıklarında hemen terkedilme kaygısı taşıdıklarından depresyona girerler.' Ben daha başka güzel ilişkilere layığım' diyerek abartılı aşk, abartılı istekler adına ilişkilerini kaybedebilirler. Ya da ilişkilerinde dengesizlik yaşayarak yaşantıları sürer.Depresyona girmezlerse tedavi ihtiyacı duymazlar. Tedaviye gelmişlerse, bilinçlendirme ve bilgilendirme terapileri önem kazanır. Hızlı yüzleştirmelerden hoşlanmazlar, terapiyi bırakabilirler. Sadece sorunları olduğu zaman terapiye gelmek isterler. Bir süreklilik ve iş disiplini göstermekte güçlük çekerler.Paranoid Davranış BozukluğuDSM IV'e göre, paranoid kişi ergenlik yıllarından başlayarak insanların kendisine kasıtlı olarak kötülük yapıp zarar vereceğine inanır. Kişiler içinde bulundukları duruma göre zaman zaman böyle süreçler yaşayabilirler; bu normaldir. Ancak paranoid kişiler, sosyal ortam, kültür ve kişiler değişsede, kültürden bağımsız olarak daima herkesin kötü olduğunu, tehlikeli olduğunu, zarar vereceklerini söyleyerek herkesi itham ederler.Genelde aile ve iş arkadaşları onlardan bıkar ve terapiye getirilirler; ama onlar kendilerinde bir bozukluk olduğuna inanmazlar ve hep çevreden yakınırlar. Terapiste de güvenmezler ve haksızlığa uğradıklarını söyler dururlar.Hiçbir yeterli kanıtları yoktur ama daima sömürülüp, zarar görecekleri inançları nedeniyle herkese ve herşeye şüpheyle yaklaşırlar. Sıradan olaylar ve konuşmalardan, kendilerini küçük düşürücü anlamlar çıkarırlar. Gerçek bir olay olursa hemen saldırır ve affetmezler. Şüphecilikleri nedeniyle kendileriyle ilgili hiçbir şey konuşmazlar ve paylaşmazlar. Partnerlerinin sadık olup olmadığından sürekli şüphe içindedirler. Sürekli arkadaşlıkları yoktur. Dünyanın güvenilmez ve ne yapacakları belli olmayan, kötülük düşünen insanlarla dolu olduğuna inanırlar ve sürekli anksiyete yaşarlar. (Ogden, 1986) (Bakınız Paranoid Kişilik Bozukluğu)Narsisistik Davranış BozukluğuNarsisler herşeyi kendisinin en iyi yaptığına inanan, içlerinde çok önemli işleri başaracaklarına dair düşünceleri olan, eleştirilere kapalı, tepkisel kişilerdir.Eleştirildiklerinde, kıskanç, kendilerini çekemeyen kişilerle karşı karşıya olduklarını düşünürler. Kendilerinden yukarıda tanımladıkları insanları da, onların elde ettiklerinden dolayı kıskanırlar.Bir empati (kendini karşındakinin yerine koyabilme) duygusal iletişim kurabilme eksikliği, hissedememe, sevinci paylaşamama vardır.Kendi amaçlarına ulaşabilmek için, başkalarını hiç vicdan azabı duymadan kullanabilirler. Narsisler, antisosyaller gibi saldırganca değil, sakin bir şekilde başkalarının imkanlarından yararlanırlar.Devamlı övülme ve saygıya muhtaçtırlar. Karşılarındakinden hayranlık ve saygı alma ihtiyaçları çok yükselmiştir.
Özel bir yaklaşımı hakettiği düşünceleri vardır (Örneğin bir ödeme için sıraya girmemek, rezervasyon gereken otel ve lokantalarda onlara yer açılması gibi).Öfke patlamaları ve tepkisel davranışlar gösterebilirler (Dürtüsellikle aniden aklına eseni yapma gibi)
Narsisler gergin insanlardır. Havada gerilim vardır, kendimizi denetlememiz gerekir gibi hissederiz.Terkedilmeye toleransları yoktur. Öfke ile cevap verirler ve bir süre partnerlerini bırakmak istemezler. Ama sonra sükunet gelir. Bazen kendilerini terkedeni aşağılayarak'Git!' de diyebilirler.Özsaygı eksiklikleri vardır. Kendilerine iç dünyalarında duyamadıkları saygıyı ve beğeniyi başkalarından almak isterler.
Narsisler çocukluklarında hakettikleri halde sevgi alamamışlar ve hep almaya çalışmış çocuklardır. Hiç ümitlerini kaybetmeden, vazgeçmeden çaba sarfedip sevgi almaya çalışmayı sürdürmüşlerdir.Yetişkin yaşamlarında' Sevgi almak için ne çok çabalamıştım' diye kendilerine kızarlar ve öfke duyarlar. Kendilerine saygı ve sevgi almak için insafsız davranırlar. Genelde başarılı insanlardır ve yüksek mevkilere yerleşirler. Entellektüel kişilerdir.Narsisler depresyona girerlerse, psikoterapiye başvurabilirler. Depresyon kendilerini suçlama nedeniyle oluşmuştur ama ben beceremeyen biri olarak geldim demezler. Paranoid, kuşkucu tarafları vardır. Bundan dolayı terapistlerine başlangıçta güvenmeyebilirler. Kaygı ölçekleri de yüksek olduğundan, narsislerle psikoterapi alanında çalışmak, özel bir dikkat ve itina gerektirir. (Bakınız Narsisistik kişilik bozukluğu)Yukarıdaki bölümler, Uz.Dr.Serdar Çorum'un,'Jung Analitik Psikoterapi' eğitim çalışması ders notlarından yararlanılarak hazırlanmıştır.İntihar(İntihar olaylarında ön teşhis kriterlerinin araştırılması)Hemen hemen tüm toplumlar yakın zamana dek intihar olayına değişik bir açıdan bakmışlar, onu incelemek ve anlamak istememişlerdir. Pek çok milletin kanunlarında ve dinlerinde intihar edenlere karşı cezalar düzenlendiği hemen hepsinin de bu olayı yasakladığı bilinmektedir.20. yüzyılda Freud'la başlayan psikanalitik görüş ilk defa intihara bilimsel yönden yaklaşmaya gayret etmiş,' Self Hostilitiy - Self Destruction' görüşleri tutmamıştır.Son yıllarda psikiyatride büyük gelişme gösteren bir kol olan, Sosyal Psikiyatri konuyu daha anlamlı ele almış ve sosyokültürel faktörlerin büyük önemini ortaya koymayı başarmıştır.Freud'un'death-instinct' ve'meninger' in öldürme arzuları ile sarılmış olma gibi pek yeterli olmayan açıklamalarından sonra, Schnidman ve Fareberown, psikososyal bir görüşle intiharın nedenini incelenmesi ve saptayabildikleri sebepleri görüyoruz.İntiharı daha iyi bir şarta geçiş ve onur kazandırıcı bir açıdan görenler, Japonların Harakiri'si, bazı din ve mezheplerde görülen üstün derecelere ulaşma isteği, bitik, yaşlı, hastalıklı veya şiddetli ağrısı olanların bir kurtuluş olarak intiharı seçmesi.Psikozda şiddetli sıkıntı halüsinasyon (Hayal görme) ve illüzyona (Olmayan sesi işitme, yanılsama) bağlı olabilir.
Ölümleri sonucu yasa ve üzüntüye düşürecekleri kimselerin sevgisini kazanıp bu insanları sürekli bir üzüntü ve pişmanlık içinde bırakmak düşüncesi ile.Yalnızlık, arkadaşsız kalma, birlikte yaşama mecburiyeti, mal ve para kaybı, sevilenlerden ayrılık ve uzaklık veya onları kaybetme, Homoseksüellik, umutsuzluk, idama mahkum olma, kumarda herşeyini kaybetme, iflas, yabancı bir çevreye uyum sağlayamama.Son yıllarda alkol ve uyuşturucu maddeler ve sinir sistemi uyarıcılarının çok yüksek sayıda kullanılması ile intihar olayları büyük ölçüde artmıştır.Amerika ve Avrupa'da yakın zaman içerisinde ölümcül hastalığı olan, yoğun biçimde acı çeken insanlara kendini öldürme hakkı (Ötanazi) verilip verilmemesiyle ilgili tartışmalar başlamıştır.TanımıÖlümle sonuçlanan, kendini yok etme eylemi' intihar' olarak tanımlanır. Eylem ölümle sonuçlanmamışsa' intihar girişimi' adını alır.İntiharla ruhsal hastalıklar arasında önemli oranda bir ilişki vardır. İntihar eden kişilerin%85'inde ruhsal bir hastalık saptanmıştır. Depresyonda olanlardan% 40, psikolojik hasta olanlarda% 2, alkol kullananlarda% 20 oranında olduğu saptanmıştır.İntihar ve depresyon arasında yüksek bir ilişki vardır. Depresyondaki temel çatışmalardan ve üzüntü, bitkinlik, isteksizlik, boşluk gibi duyguların bozuklukları, intihar öncesi kişilerde görülmeye başlar. Korku, kaygı, öfke, kızgınlık gibi duygulara suçluluk duygusu veya cezalandırma isteği de yerleşebilir. Depresyonda kişinin çevresinden ayrılarak yabancılaşmamasına karşı, intihar olaylarında hastada çevreye ve kendine ilgisizlik, geriye çekilme, kendini yetersiz ve değersiz hissetme duyguları şiddetlenir. Yardım istemez çünkü yardım almayı haketmediğini düşünür.
Kişi kendini intihara götüren tüm bu duygulara ve düşüncelere karşı olumlu, çözüm getirici, acısını dindirebilecek ve yaşamını değiştirebilecek çözümler tasarlayamaz. Kendinde olumsuz yaşam koşullarını ya da ilişkilerini değiştirecek gücü bulamaz. Çaresiz hisseder. Ölümü çözüm getirecek, huzur ve dinginlik sağlayacak bir çıkış yolu olarak algılar.Dr.Tülay ARSU
Kişinin sağlığını ve esenliğini koruyabilmesi için gerekli olan beslenme düzenine diyet denir.Diyet yaparken karşılaştığımız sorunlardan biri, neyi ne kadar yiyeceğimiz. Günlük almamız gereken kalori ve yağ miktarından, karnımız açlıktan kazındığında ne yiyeceğimize ya da kalsiyum ihtiyacımızı mutlaka sütten mi alacağımıza kadar pek çok soru aklımızı kurcalar.İşte, diyetle ilgili en çok sorulan sorular ve yanıtları:1. Yumurta Kolesterol açısından Kötü mü?Yumurta tüketiminde ölçülü olduğunuz sürece hayır. Yumurta, vücudunuz için gerekli olan protein, K vitamini, riboflavin ve selenyumu sağlamak için mükemmel bir kaynak. Yapılan araştırmalar, yumurta sarısının 213 mg kolestrol içeriyor olmasına karşın, haftada 2 adet yumurta yemenin kandaki kolesterol düzeyi üzerinde hiçbir olumsuz etkide bulunmadığını gösteriyor.2. Günde Kaç Kalori Almalıyım?Öncelikle, dengeli bir beslenme programı uygulayarak vücudunuzdaki her yarım kilo için 10 kalori almalısınız. Buna, günlük aktivite durumunuza göre, 400-700 kalori daha eklemelisiniz. Sözgelimi 65 kiloda aktif bir kadının günlük alması gerekli kalori miktarı 2000 civarındadır ve bu kişinin, haftada bir kilo vermek istediğinde, günlük kalori miktarından 500 kalori daha az beslenmesi yeterlidir. Eğer siz daha kalıcı çözümler istiyorsanız, diyetiniz boyunca günlük kalori miktarından 250 kalori indirin ve 250 kaloriyi yaktıracak kadar da egzersiz yapın.3.Kilo Vermek İsterken Günlük Almam Gereken Ortalama Yağ Miktarı Ne Kadardır?Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, günlük aldığınız kalori miktarının yüzde 15'i, diyet yapıyor olun veya olmayın her iki halde de yağlardan sağlanıyor. Bu miktar; kalp krizi, obezite ve diyabet riskini en aza indirmek için yeterli. Sözgelimi, bin 500 kalorilik bir diyet yapıyorsanız alabileceğiniz yağ miktarı 50 gramla sınırlı.4.Karbonhidrat Niçin Egzersiz İçin de Büyük Önem Taşır?Vücudumuzda glikojen olarak depolanan karbonhidratlar, kas gücünü arttırmada son derece önemli rol oynar. Ayrıca, aşırı olmamak kaydıyla vücudumuzda depoladığımız yağlar da aynı etkiyi gösterir. Kas gelişiminde önemli rol oynayan glikojeni vücudunuza tedarik edebilmek için, egzersiz çalışmalarınız sonrası karbonhidrat içeren yiyeceklerden yemelisiniz. Mesela 90 dakikalık bir egzersiz sonrası, fırınlanmış patates, bir porsiyon meyve veya kepekli krakerler iyi birer seçim.5. Kahvede Bulunan Kafein Kemiklerimi Zayıflatır mı?Hayır. Çok aşırı miktarda kahve içmiyorsanız böyle bir durum söz konusu değil. Gene de kafeinin kemikleriniz üzerindeki zararlı etkilerinden endişe duyuyorsanız, kahvenizi sütle içmeyi deneyin.6. Yüksek Tansiyon Problemim Yoksa Tuza Dikkat Etmeme Gerek Var mı?Tuz, şeker ve un, üç zararlı beyaz. Bu nedenle, kullanacağınız tuz hep az olmalı.7. Besleyici Değerleri Bakımından Vücudum İçin En Yararlı 5 Sebze Hangisi?İster koyu yeşil olsun isterse kırmızı, isterse portakal rengi veya sarı, bütün sebzeler harika birer besleyici ve vücudumuzu hastalıklara karşı dirençli hale getiriyorlar. Herbirinin ayrı yararları olmakla birlikte, düzenli olarak alındıklarında vücudumuz için en yararlı sebzeler şunlar:
Ispanak, iyi bir folik asit kaynağı, kansere karşı koruyucu etkisi var, A vitamini ve kalsiyum içeriyor; havuç, mükemmel bir A vitamini kaynağı; tatlı patates, A ve C vitaminleri içeriyor; brokoli, A ve C vitaminleri ile folik asit içeriyor; sarımsak, kansere karşı etkili pitokimyasallar içeriyor.8. Hangi Yiyecekler Kolestrolü Düşürür?Lif bakımından zengin sebzeler, sözgelimi yulaf, fasulye ve soyalı besinler, kolesterolü düşürüyor. Bunlar, kandaki kolesterol miktarını dengeleyici özelliğe sahip bulunuyor. Kolesterolünüz yüksekse, özellikle az yağ içeren bir diyet yapmalısınız. Aldığınız yağ miktarını azaltmak için meyve ve sebze ağırlıklı öğünler yemelisiniz ve kırmızı eti azaltmalısınız. Ayrıca süt ve süt ürünlerinden de yağsız olanları tercih etmelisiniz.9. Günde 8 Bardak Su İçmek Neden Önemli?Vücudumuzda oluşan en temel kimyasal reaksiyonların tümü suya gereksinim duyar. Su; sindirimde, metabolizmanın düzenlenmesinde, vücut ısısının ayarlanmasında, kan basıncında ve fitness performansında direkt etkilidir.10- Karnım Açlıktan Kazındığında Bunu Nasıl Giderebilirim?Bunu tamamen geçiremezsiniz; fakat kendinize en zararsız biçimde üstesinden gelebilirsiniz. Bunun için, diyetisyenlerin belirledikleri stratejilerden birini deneyebilirsiniz. Dilediğiniz yiyecekten ufak miktarlarda yiyerek açlığınızı gidermeye çalışın. Canınızın çektiği yiyeceklerin benzer diyet versiyonlarından deneyin. Hala açlığınızın önüne geçemediyseniz, arkadaşlarınızla birlikte olmayı ve açlığınızı aktivitelerle unutmayı deneyin.11. Şeker Şişmanlatır mı?Teknik olarak yağ içermediğinden, hayır. Şeker, saf karbonhidrattan oluşur ve biz bu ihtiyacımızı aynı şekilde ekmekten, meyvelerden de karşılayabiliriz. Ama tabii ki şeker kalori içerir. Bazı şekerli yiyecekler, sözgelimi kurabiyeler ve krakerler, aynı zamanda yağ da içerir. O halde, çok fazla şekerli gıda tüketimi kısa sürede yağ birikimleri olarak vücudumuzda yerini alacaktır.12. En Sağlıklı Yağ Hangisi?Zeytinyağı kesinlikle en sağlıklı olanı. Zira, doymuş yağ oranı düşe aynı etkiyi gösterir. Kas geük, doymamış yağ oranı yüksek rafine bir yağ. Göğüs kanseri riskini azalıyor ve kolesterol üzerinde kötü etkileri bulunmuyor. Margarin ve tereyağı gibi doymuş yağlar damar tıkanıklığına sebep olur ve böylece yüksek tansiyon ve kalp krizi riskini arttırır. Hidrojene bitkisel yağ gibi kimyasal reaksiyonlardan geçirilmiş yağlar da kolesterol üzerinde kötü etkilerde bulunur. Yumuşak doymamış margarinler diyet yaparken en uygun seçim. Eğer tereyağı konusunda ısrarcıysanız, light çeşitlerini zeytinyağı ile birlikte kullanmanızda fayda var.13. Metabolizmayı Özellikle Güçlendiren Yiyecekler Var mı?Hayır. Söylenildiğinin aksine, balarısı polenleri ve greyfurt da böyle bir etkide bulunmuyor. Bazı baharatlı yiyeceklerin metabolizmayı hızlandırdığı doğru olsa da, bunun vücut üzerindeki etkileri oldukça zayıf. Eğer metabolizmanızı güçlendirmek istiyorsanız, ağırlık kaldırma egzersizleri sizin için çok yararlı olacaktır. Kaslarınızı zorlayarak kaldırdığınız her yarım kilo için günde 35 kalori yakabilirsiniz.14. Çok Az Yağ Yemek Mümkün mü?Tıpkı bir araba gibi, vücudumuz da hareket etmek için yağa gereksinim duyar. Özel olarak yağ asitleri, hücre onarımında ve yenilemelerinde de iş görür. Et, balık, fındık gibi besinlerden aldığımız yağlar, aynı zamanda hormonları düzenleyici ve sinir sistemini güçlendirici etkilere sahip. Her ne kadar çoğu uzman günlük kalori miktarının yüzde 15'inin yağdan karşılanması gerektiği görüşünde birleşse de, yapılan son araştırmalar, yüzde 10'un da yeterli olduğunu gösteriyor.15. Acıktığım Zaman Neden Çekilmez Bir İnsan Oluyorum?Kötü gününüzde olsanız dahi, dayanılmaz olmanızın sebebi, fizyolojik olarak açlığınızdan ileri geliyor olabilir. Vücuttaki kan şekeri düştüğünde, otomatik olarak kanınızdaki adrenalin ve daha birkaç hormonun işlevi de azalır ve bunun sonucu sinirlilik, kan basıncınızın artışıyla doğru orantılı olarak gerginlik görülebilir. Eğer sık aralıklarla azar azar yemek yemeye vakit ayıramıyorsanız, yanınızda bir meyve veya atıştıracak krakerler taşımanızda yarar var.16. Hiçbir Şey Yemeyerek Zayıflamak Tehlikeli mi?Bu tarz girişimler son derece tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Vücudunuz iki günden fazla aç kaldığında, karbonhidrat ve protein gibi en temel ihtiyaçlarını kaslardan karşılamaya kalkacaktır. Ayrıca büyük su kaybına da rastlanır. Bunun sonucu olarak da baş ağrısı, baş dönmesi, sıkıntı gibi olumsuz belirtiler görülebilir. Aç kalınan süre arttıkça, oluşması muhtemel tehlikeler de daha ciddi boyutlar kazanacaktır.17. Baharatlı Yiyecekler Ülser Yapar mı?Yapılan araştırmalar, peptik ülserin gerçek sebebinin mideye yerleşen bir bakteri olduğunu gösteriyor. Günümüzde ülser tedavisinde diyet yanında bu bakteriyi etkisiz hale getiren ilaçlar da kullanılıyor.18. Izgaranın Kansere Yol Açtığı Doğru mu?Direkt olarak hayır; ama kanser riskini arttırdığı doğru. Biftek, tavuk gibi et yağları kömür üzerine düştüğünde çıkan dumanın kanserojen etkileri olduğu biliniyor. Yapılan çalışmalar, mangaldan önce etleri marine etmenin bu tehlikeyi azalttığını gösteriyor. Diğer bir sağlıklı yöntem de etleri önce mikro dalgada pişirip en son mangalda çevirerek servise sunmak.19. Gece Yatmadan Önce Bir Şeyler Atıştırmak Zararlı mı?Gece yarısı yediklerinizi sindirmeniz iyice zorlaşır. Hele bir de yedikleriniz abur cubursa. Yatmadan önce bir şeyler atıştırmak istiyorsanız meyve veya bir kase yoğurt yemenizi ya da bir bardak süt içmenizi öneriyoruz.
Mikroskop altında dışkının incelenmesi.
Bir canlının dışarıdan fark edilen tüm hareketlerine, olaylara tepkisine, etkinlik ve girişimlerine verilen ad.
Bir cerrahi girişim sırasında yapılan keşi, koparma ve dokuları birbirinden ayırma gibi işlemleri tanımlayan genel terim.
Genellikle çocukların bağırsaklarında bulunan oksiyür tanısı
Doğumsal nedenlerle içi boş bir organın daralması.
Organizmanın aralarında yakınlık bulunan hastalıklara fazlaca yatkınlığı.